Son yıllarda ülke olarak üst üste darbeler yedik: deprem felaketleri, ekonomik krizler, pandemi derken bir türlü toparlanamıyoruz. Bunların hepsi büyük olaylar ve elbette ruhsal sağlığımızı etkiliyor ama kimse bedenimizin de bu işten nasibini aldığını pek konuşmuyor. Halbuki yaşadığımız travmalar, bedenimizde de iz bırakıyor. Toplumsal travmaların beden farkındalığını nasıl azalttığını ve bizi nasıl somatik belirtilerle baş başa bıraktığını bir düşünelim.
Kopuk Hissetmek Normal mi?
Travma yaşayan birçok insan, bedeninden kopmuş gibi hisseder. Bu kopukluk, bedenimizin bize gönderdiği sinyalleri fark edemememize neden olur. Örneğin, sürekli baş ağrısı çekiyoruz ya da sırtımız tutuluyor ama biz bunu “iş stresi” diye geçiştiriyoruz. Oysa ki belki de bu belirtiler, yaşadığımız travmanın bedensel bir yansımasıdır. Deprem korkusunu hâlâ hissediyor olabiliriz, bu da kaslarımızda sürekli bir gerginlik yaratabilir. Pandeminin getirdiği belirsizlik ve kayıplar, midemizi mahvedebilir. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaşayanların yüzde 80’i bedensel belirtiler yaşıyor. Bu nedenle, bedenimizin sinyallerini dikkate almak hiç de hafife alınacak bir mesele değil.Kimi zaman travmanın izlerini zihnimizde değil, bedenimizde taşırız. Yaşadığımız travmatik olaylar, bedenimizin hafızasına adeta kazınmış gibidir. Bu his, bedenimizin derinlerinde, kontrol edemediğimiz yerlerde saklanır ve kendini fiziksel belirtilerle gösterir. Travma yaşayan biri olarak, bedenimizden kopmuş hissetmemiz aslında doğal bir savunma mekanizmasıdır. Bu, hayatta kalmak için geliştirdiğimiz bir yöntemdir; bedenimiz, hissettiğimiz acının etkisinden korunmak için bu kopukluğu yaratır. Ancak bu kopukluk, uzun vadede iyileşmenin önünde büyük bir engel oluşturur. Bedenle yeniden bağlantı kurmak, iyileşmenin anahtarıdır. Bu noktada, içsel farkındalık devreye girer. Yüzeydeki gerginlikleri ve fiziksel ağrıları fark etmek, aslında içimizdeki bastırılmış duygulara ulaşmanın bir yolu olabilir. Çünkü beden, bastırılmış hislerimizin bir taşıyıcısıdır; konuşamadığımız, dile dökemediğimiz acılar, bedenimizde kendine bir yer bulur. Özellikle travmatik deneyimlerden sonra, bedenimizin bize anlatmak istediği bir şeyler olabilir. Bir ağırlık hissi, sırtımızdaki o bitmeyen ağrı ya da karnımızda beliren bir düğüm… Bunlar, sadece fiziksel belirtiler değil, aynı zamanda duygusal yüklerin bedensel ifadesi olabilir. Bu sinyalleri fark etmek, derinlere inip içsel çatışmaları çözmeye başlamanın ilk adımıdır.
Beden farkındalığını artırmak, aslında içsel bir yolculuktur. Kimi zaman bu, kendimize sorular sormakla başlar: “Bu ağrı nereden geliyor? Bu sıkışıklık hissi ne zaman ortaya çıkıyor?” Bu sorular, yüzeyin altında yatan duygusal yükleri ortaya çıkarabilir. Örneğin, derin bir nefes alıp kendimizi dinlediğimizde, belki de yıllardır bastırdığımız bir korkuyla, terk edilmişlik hissiyle ya da kayıpla yüzleşebiliriz. Bu süreçte, beden tarama egzersizleri ve nefes çalışmaları çok etkili araçlar olabilir. Ancak bu egzersizleri yaparken, bedenimize bir yabancı gibi değil, onu dinleyen ve anlamaya çalışan bir dost gibi yaklaşmalıyız. Bedenimize kulak vermek, onun bize anlatmaya çalıştığı hikâyeyi duymak demektir. Belki de bu hikâye, uzun zamandır yüzleşmekten kaçtığımız bir travmanın yankısıdır.
İçsel farkındalık ve bedensel iyileşme süreci, kendimize şefkatle yaklaşmayı gerektirir. Bazen bedenimizde hissettiğimiz ağrılar ve gerginlikler, geçmişte kapatamadığımız yaraların izleridir. Bu izleri fark etmek ve onları yargılamadan kabul etmek, iyileşmenin ilk adımıdır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve zaman alabilir. Ama her adım, bizi daha güçlü, daha sağlıklı ve daha huzurlu bir geleceğe taşır.
YORUMLAR